KELİME OYUNU 10 RÜYA BULUTU

 

Bu haftanın sihirli kelimelerini sevgili EsTen verdi: parmak ucu, veda, ruh, sevilmek, satır. Bu kez biraz farklı bir anlatım olsun istedim. Umarım beğenirsiniz. EsTen’e teşekkür ediyor yazımla sizi baş başa bırakıyorum.  

 RÜYA BULUTU

- Bir düş gördüm, dedi. Arkasından merak edip sorsun diye bekledi. Beklediği soru hiç beklemediği kadar güzel gelmişti.

- Hayrolsun! Ne renk bir düş?

- Mavi… Sonsuzluk mavisi. Daha öncekilerden çok farklı…  Anlatmamı ister misin? Bu kez sorusunun cevabını bekleyemeyip konuşmasını sürdürdü.

- Dışarıda bir tıkırtı duydum. Parmak ucunda dans eden, ritmik tıkırtılar… Koşarak kapıya doğru gittim. Kimse yoktu ama davetkâr tıkırtılar oradaydı. Sese doğru yaklaşıp başımı yukarı kaldırdığımda tıkırtıların buluttan düşen yağmur damlaları olduğunu fark ettim. Beni görünce yağmayı kesip alçalarak önümde eğildi bulut. “Haydi, gidelim” dedi. Bu reveransa kayıtsız kalamazdım. Üzerine atladığım gibi birlikte gökyüzüne süzüldük. Hiç sormadım, “sen kimsin, nereye gidiyoruz” diye. Elbet vardı bir bildiği. Rüyaların en güzelini akışa teslim olduğumda görmemiş miydim? 

Birlikte “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güzde, bir arpa boyu yol gittik.” Dilime dolanan bu tekerlemeyle, bulutun sırtında, masalsı diyarların tam ortasındaydım. Ağırlığımdan yorulmuşa benzemiyordu. Sonra şeklini değiştirip yüzünü bana döndü: “Ne dersin, yağmur olup yeryüzüne mi yağalım yoksa yükselmeye devam mı edelim?” Gökyüzünün her bir katmanını çok merak etsem de “yağmur olup yeryüzüne yağalım” dedim. Zira tohumlarımızın filizlenmesi gerekiyordu. Buğdaylarımızın başak vermesi, hasadın bereketlenmesi, ekmek olup evimize geri dönmesi gerekiyordu. Ayrıca çocuklar yağmurda ıslansın, ayakları nemli toprağa bassın, doğa ananın sunduğu çamurdan hamurlarla yıkılmaz kaleler yapsın istiyordum. Orhan dede, ceketini çıkarıp sevmek için sevilmeyi beklemeyen Fatma ninenin omzuna atsın, şemsiyenin altında ona serenat yapsın istiyordum. Faruk abi mahalle kahvesinde ince belli çay bardağını iri parmaklarıyla kavrayıp çayını yudumlarken bütün dertlerini unutsun, sadece yağmuru seyretsin istiyordum. Kır düğünü ile evlenen Asuman ve Aytuğ nikâh defterini yağmurun altın mürekkebiyle imzalasınlar, o mutlu anı, o ölümsüz satırlara ebediyen mühürlesinler istiyordum. İpe gerdiği çamaşırlar ıslanmasın diye bahçeye koşan Necla abla o sırada sevdiceği ile karşılaşsın meftunu olduğu gamzeli gülüşün anlattıklarını uzun uzun hayra yorsun diyordum. Ahmet amca arabayı yıkatmadığına, Gülsüm teyze camı silmediğine, süslü Nurdan fön çektirmediğine sevinsin istiyordum.  

Üzerinde göğe yükseldiğim bulutun pamuk kollarında hiç olmadığım kadar mutlu hissediyor, rüya içinde hayal kurmanın ne demek olduğunu ilk kez tecrübe ediyordum.  Rüyamda hayal kuruyor, yine rüyamda kurduğum hayalin gerçek olmasına tanıklık ediyordum. Ben kendi hülyama dalıp gitmişken dönüp tekrar sordu bulut: “şimdi ne yapmak istersin?” Her zaman merak ettiğim yağmur ormanlarına gitmek istediğimi söyledim. Hiç ikiletmedi. Aynı tekerlemeyi sadece bir kez söylemiştim ki baktım gelmişiz bile. Orada daha önce hiç görmediğim kuş türleriyle, rengârenk bitki örtüleriyle, kanadında bin bir farklı rengin harmoni içinde kaynaştığı özgür kelebeklerle karşılaştım. Buluta beni yere indirmesini söyledim. O an, daha önce hiç koklamadığım enfes bir rayiha burnumun deliklerinden ciğerlerimin en ücra köşelerine kadar nüfuz etti. Kurtlar kuşlar geldiğimi ormanın cümle azalarına müjdeledi. Beni nasıl ağırlayacaklarını bilemediler. Ağaçlar, yemişlerini önüme döktü, ılık esintileriyle ruhumu kanatlandırdılar. Büyülü bir atmosferin içindeydim ve asla uyanmak istemiyordum. Oysa bulut gitme vaktinin geldiğini, artık veda etmem gerektiğini söylüyordu. Ben 'görmek istediğim daha pek çok yer var' diye direttikçe o 'başka bir rüyada oralara da gideriz elbet' diyordu.

Bulut, aldığı kutsal emaneti getirip yatağına bıraktığında sabah olmak üzereydi. Bedeni yatağında, annesinin öpücüğü yanağında, yağmur damlaları camındaydı. Rüya içinde rüya gördüğünü, rüya içinde hayal kurduğunu, rüya içinde kurduğu hayalleri gerçekleştirdiğini anlattı, bir çırpıda. Sonra cama doğru yaklaştı, tanıdık bir bulut görme ümidiyle başını göğe doğru kaldırdı. O an bir tıkırtı duydu sanki, parmak ucunda dans eden, davetkâr, ritmik tıkırtılar…