Merhaba sevgili blog ailem. Yıllık izinde olduğum için buraları biraz ihmal ettim. Kusura bakmayın. Aşılanıp maske, mesafeyle birlikte kendimizi yollara vurduk. Özlemişiz gezmeleri. Bu arada bloguma uğrayanlar eli boş dönmesinler diye Anne Bebek Dergisinin Temmuz sayısı için hazırladığım ve çocukluğunu yaşayamayan babalara armağan ettiğim OYUNCAK TREN adlı öykümü buradan sizlerle de paylaşmak istedim. İnstagramdan takipleştiklerim için tekrara düşmüş olacağım gerçi ama yol hali diyelim değil mi? 😊. Son söz yazının uzunluğu sizi ürkütmesin. Sıkılmadan okuyacağınızı ümit ediyorum. Size iyi haftalar bana da iyi gezmeler olsun. Hadi Hoşçakalın 😊🤗🌺🤚
OYUNCAK
TREN
Çocukluk
anılarımdan birini anlatmamı istedi, çocuğum. “Ama komik olsun” diye de ekledi.
Şöyle bir düşündüm; ‘çocukluğum oldu mu ki anısı olsun, ben güldürdü mi ki bu
anılar, çocuğumu güldürsün.’ Geçim gailesini on, on bir yaşlarında sırtlanmış ufak
bir ‘çocuk adam’dım ben. Babamın ölümüyle birlikte küçük kardeşlerime bakmak
zorunda kalan çelimsiz, küçük bir kurşun asker…
O
yaşlardaki en önemli meşguliyetim babamdan miras kalan; siyah, kahverengi,
hardal sarısı, kiremit kırmızısı minik boya kavanozlarımdı. Güçlükle taşıdığım
ve oyuncak bir kamyonet olduğuna kendimi inandırdığım ahşap bir boya sandığım
vardı bir de. Yaptığım işi eğlenceli hale getirmek için çocukça hayaller kurar,
boya kavanozlarını ahşap boya sandığının yuvarlak bölmelerine yerleştirirken kendimce
oyunlar oynadığımı zannederdim. Ya da önüme uzatılan kirli bir ayakkabıyı,
karaya oturup çamura saplanmış bir yük gemisine benzetir; gemiyi temizler, fırçalar,
kendi yansımamı üzerinde görünceye kadar parlatırdım. Kimi zaman geminin
kaptanı yaptığım işten memnun kalmaz aynı işlemleri söylene söylene tekrar
yapmamı isterdi. Bazı kara korsanlar, emeğimin karşılığında hiçbir ganimet
bırakmaksızın öylece çekip giderlerdi. Arada bir de koyu kasketli adamlar
otururdu ayağı aksak tabureme. Renkli alışveriş paketlerini uzağıma istiflemeye
özen gösterir, güvensiz, sert bakışlarını yüzümde, ellerimde uzun uzun gezdirirlerdi…
O
eski zamanlarda, ayakkabı boyacılığıyla uğraşan herkes bir köşe başı tutmuştu.
En işlek caddelere beni yaklaştırmazdı büyük amcalar, abiler. Ben de hep aynı
kör noktaya oturmak zorunda kalır, sandığımın arkasında kaybolan cılız bedenimi
göstermek için aynı cılızlıktaki sesimle dikkat çekmeye çalışırdım: “Boyayalım
mı abi? Boyayalım mı abla?” En sadık ziyaretçim Servet Bey idi; okuldan kopmak
zorunda kalışıma en çok üzülen, ailem dışında beni sevilmeye layık bulan tek
kişi; biricik sınıf öğretmenim. Yanımdan geçerken ayakkabılarını boyamak için
yalvarırcasına ısrar ederdim. Nasıl fırça salladığımı, nasıl cila attığımı,
boyacılıkla ilgili tüm hünerlerimi görsün, benimle gurur duysun isterdim.
Üstelik ondan para almayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. O ise bundan ar
eder, teşekkür etmekle yetinirdi. Başımı okşar, cebime üç beş kuruş sıkıştırır,
siyah tırnak diplerime, nasır tutmuş minik ellerime baktığında nemlenen
gözlerini ışık hızıyla benden kaçırmaya çalışırdı. Ayrıca o hafta derste ne
anlatmışsa bir deftere özetini çıkarır ve her cuma düzenli olarak bana
getirirdi. Ayrılırken, verdiği notlara sıkı sıkı çalışmamı tembihlerdi. “Üzülme
sakın” derdi, dışarıdan bitirme sınavlarına girersin sen de” O zamanlar
‘dışarıdan bitirme’nin ne demek olduğunu pek anlayamazdım. Bu durumu her zaman,
her güzel ortamın dışında kaldığım için çok da garipsemezdim. Dışarıda çalışan,
dışında tutulan, dışlanmış olan... Öğretmenime güvenir çok kurcalamazdım.
Vakti geldiğinde onun benim için en iyisini yapacağını bilirdim. Nitekim de
öyle oldu. Tiksinmeden, yüksünmeden boyalı ellerimden tutan o insan, beni
sandığın arkasından alıp kasanın önüne oturttu. Boya sandığından boya atölyesi
patronluğuna uzanan serüvenimin başkahramanı biricik Servet öğretmenim benim…
Kara korsanlarla, koyu kasketlilerle, hayatla nasıl mücadele etmem gerektiğini öğreten,
beni her daim cesaretlendiren, sözlerini, davranışlarını örnek aldığım, olmayan
babamın yerine koyduğum, saman kâğıtlarına nakşettiği maden değerindeki
yazılarını hala çekmecemde özenle sakladığım geçmişimdi o…
Bütün
bunlar beynimin içinden siyah beyaz bir film şeridi gibi hızla akıp geçerken
çocuğum, ısrarla ona eğlenceli bir şeyler anlatmamı bekliyordu. Ben ise o
yaşları ıskalayan talihsiz bir baba olarak yavruma anlatacak bir şeyler
bulmakta güçlük çekiyordum. Sanki bu benim ayıbımmış gibi evladımın karşısında
eziliyor, utanıyor, sıkılıyordum. Ama ne yazık ki güzel bir anıdan, bir ‘an’
parçasından bile yoksundum işte. Neresinden tutsam elimde kalıyordu çocukluğum.
Yavrumun ısrarları devam ederken birden, o ilginç günü hatırladım. O kasketli
baba ve o babanın oğluna hazırladığı doğum günü sürprizini ballandıra
ballandıra anlatışı geldi aklıma, bir de gitmek üzereyken yaptığı didaktik
uyarı: “okulu sevmemek olmaz, boyacılık yaparak paraya tamah etmek yerine
okuluna gitmelisin evlat.” O bu sözleri sarf ederken bunun benim tercihim
olmadığının kendim bile tam olarak idrakinde değildim, ayrıca susarak vicdanını
aklamasına izin verdiğimin de…
Benim
hiç doğum günüm kutlanmamıştı. O yüzden bu kasketli adam ve şanslı çocuğunun
doğum günü hatırasına dört elle sarıldım. Sonunu biraz değiştirerek, içine
biraz hayallerimi, özlemlerimi katarak kasketli babanın oğluna armağan ettiği
oyuncağı ve o güzel partiyi o an için, ondan emanet aldım ve sanki babamla
benim aramda cereyan eden çocukluk anımmış gibi kendi çocuğuma anlatmaya
başladım:
“Doğum
günüm yaklaşıyordu. Her zaman ilginç sürprizler hazırlayan babamın bana bu kez
ne hazırladığını çok merak ediyordum. O büyük gün için annem iki gündür
hazırlık yapıyordu. En sevdiğim kurabiyeler, pastalar pişirilmiş, üç katlı yaş
pastam ve türlü türlü meşrubatlar bir hafta öncesinden sipariş edilmişti.
Kırmızı gömleğim, pötikareli papyonum, askılı beyaz şortum ve yepyeni
çoraplarım, ayakkabılarımla büyük güne hazırdım. Kutlama saati geldiğinde
arkadaşlarım da ellerinde süslü hediye paketleriyle, birer birer gelmeye
başladılar. Babam iş yerinde olduğu için hazırladığı hediyeyi, tuttuğu
palyaçoyla göndermişti. Yuvarlak, kırmızı burunlu palyaçonun, arkasına
sakladığı kocaman hediye paketinin içinde, her zaman vitrinde hayranlıkla
izlediğim elektrikli tren olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yanılmamıştım.
Gerçekten de babam içimi okumuş, yine tam on ikiden vurmuştu. Palyaço gösterisi
sona erdiğinde alkışlar eşliğinde mumları üflemiş ve içimden bütün günlerimin
böyle olmasını dilemiştim. Sıra diğer hediyeleri açmaya gelmişti. Bu işi büyük
bir keyifle yapıyor her seferinde sevinç çığlıkları atıyordum. Yaşıtlarım
neleri beğeneceğim konusunda kendilerinden pay biçerek isabetli tercihlerde
bulunmuştu. O sırada kapı çaldı. Gelen, arkadaşım Koray’dı. Onun getirdiği
paket de tıpkı babamınkine benziyordu, onunki kadar büyüktü, jelatini, süsü
bile aynıydı. Üstelik içinden çıkan armağan da babamın bana aldığı elektrikli
trenin aynısıydı. Hepimiz çok şaşırmıştık. Birini bile bulamazken bir anda iki
tane elektrikli trenim olmuştu. Sevineyim mi şaşırayım mı pek bilememiştim.
Obur Necmi ‘biri benim olsun’ diye diretse de ben pek oralı olmadım. Başka
planlarım vardı.
Akşam
babam eve gelince sıkıca boynuna sarılıp teşekkür ettim. Ardından durumu ona
izah ettim. Babam şaşırdı, sanki biraz bozuldu da. Her zaman, bulunduğu her
ortamda varlığıyla, sazıyla, sözüyle hep en yüksekte, hep en farklı yerde olmak
isterdi. Beni de öyle yetiştirmeye gayret ederdi. Onun o düşünceli halini fark
edince hemen söze girdim: “Babacığım izin verirsen eğer ben bu elektrikli treni
her gün okula giderken önünden geçtiğimiz boyacı çocuğa armağan etmek
istiyorum” dedim. Babam şaşkınlıkla; “Emin misin?” diye sordu. “Bu çok pahalı
bir hediye. Bozulursa, kırılırsa ikincisini almam.” dediğinde de cevabım
değişmedi. Kararlı olduğumu gören babam “peki öyleyse” dedi. Biraz gönülsüzce
de olsa fikrimi onayladı. Ertesi gün, yeni sahibiyle buluşturacağımız oyuncak
paketiyle birlikte evden çıktık. Boyacı çocuğa doğru yaklaştığımızda gözleri hemen
ayakkabılarımıza takıldı, sandığına çeki düzen vermeye çalıştı.
Ayakkabılarımızı boyatmak istediğimizi düşünmüştü. Oysa ne kadar yanıldığını
paketi kendisine doğru uzattığımda bile anlayamadı. Paketi alması için hamle
yapmasını beklerken elim bir süre askıda kaldı. Daha önce hiç hediye almadığı
belliydi. Asla üstüne kondurmadı. Kekeledi… Şaşırdı… Onu mahcup etmek ya da
gururunu kırmak istemiyordum. Durumu kısaca özetledim ve ‘eğer bu hediyeyi
kabul ederse çok mutlu olacağımı’ söyledim. Akranımın yüzünde beliren kocaman
gülümsemeyi, gözlerindeki parlak ışıltıyı gören babamın çehresindeki gergin
ifade ancak o zaman kayboldu, bana büyük bir hoşnutlukla, gururla baktı."
Anlatımım
sona erdiğinde bir başka deyişle hayal dünyamdan uyandığımda küçük oğlumun
minik kollarını, boynuma dolanmış halde buldum. Yanaklarıma sürekli öpücükler
konduruyordu. “Ben de senin gibi bir çocuk, senin gibi bir baba olacağım”
diyordu. Bense yarı gerçek, yarı hayal bir anıyla, mutlu sona bağladığım bir
finalle yaptığım şeyin doğru olup olmadığını düşünüyor, bundan pek emin
olamıyordum. Emin olduğum tek şey masum çocukluğuma, bir hikâyenin içinde bile
olsa yer vermek, ona sevineceği bir hediye sunabilmekti. Anlayacak yaşa
geldiğinde yavruma elbette ki bütün geçmişimi, tüm çıplaklığı ile anlatacaktım
ama o gün, bugün değildi. O gün oğlumun doğum günüydü ve oyuncak bir trenle
kutlanmayı hak ediyordu.
Merhabalar 😀
YanıtlaSilÇok güzel bir öykü bu, tebrik ederim. Tüm öykülerin birbirinden dokunaklı, düşündürücü. Kalemine, yüreğine sağlık. 😊
Teşekkür ederim Duygucuğum 🤗🌺🤚
SilÇoook güzel 🙂 keyifle okudum.
YanıtlaSilÇokkkkk teşekkür ederim 😊🤚
SilNe kadar güzel yazmışsın okurken dalıp gidiyor insan çok güzeldi gerçekten gönlüne yüreğine emeğine sağlık canım benim Sevgiler 🤗
YanıtlaSilBen teşekkür ederim canım 😍🤚
SilAyy bayildim yaa... gercekten paylaşabilmek gonulden paylaşabilmek bu dunyada en guzel sey
YanıtlaSilTeşekkür ederim Sevimciğim 😍🙏🤚❤️
SilGüzel olmuş benzetmeler çok hoşuma gitti. Ayrıca başladın mı bırakılmayacak cinsinden yazılmış oyuncak tren ellerinize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim 😊🤚
SilNe güzel anılar 🤗🤗🤗
YanıtlaSilTeşekkürler Deryacığım 😊🤚
Silsenin öyküler tam türkiyenin içinden, bizim yaşantımız yani, tipik yurdum hallerini yazıyorsun :)
YanıtlaSilCanımmm, beğeniyorsan ne mutlu bana 😍🤚
SilDuygusal ve hüzünlü, çok çok güzel bir öykü olmuş.Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim 😊🤚
SilÇocuklar hiç mutsuz olmasa keşke be Yıldız.
YanıtlaSilAhh keşke Cem ah keşke🙏🙏🙏
YanıtlaSilİyi bayramlar Yıldız :)
SilÇokkkkk teşekkür ederim. İyi bayramlar 😊🤚
SilGüzel bir öykü, kaleminize sağlık. Öyle farklı gündemlerle uğraşıyoruz ki çoğu zaman hayatın gerçeklerini ıskalıyoruz.
YanıtlaSilTeşekkür ederim kıymetli yorumunuz ve ziyaretiniz için😊🤚
SilYıldızcığım çok duygulu ve bir o kadar da mesajı olan bir hikaye bu. Bir çocuğa, bir öyküyle o kadar çok doğru mesaj aktarılabilir ki, bu da harika bir örnek olmuş. Teşekkürler paylaştığın için <3
YanıtlaSilBen teşekkür ederim 🙏😊🤚
SilTüylerim diken diken oldu ve zor tuttum göz yaşlarımı... Kaleminize sağlık Sibel Hanım, çok güzel bir yazı..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sezgin Bey, sağolun🙏. Yazarken inanın ben de çok duygulandım. Selamlarımla 😊🤚
SilAçıkçası hiç sıkılmadan baştan sona okudum. Çok güzeldi. Pazar günü gazetede!
YanıtlaSilCanımmm benim, çok teşekkür ederim İremciğim 🙏😍😊🤚
Silgözlerim dolu dolu okudum Yıldızcım.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Lerzancığım 🙏😍🤚
SilEmeğinize yüreğinize sağlık gerçekten çok güzel bir paylaşım olmuş teşekkürler öykülerinizin ve yazılarınızın devamını bekliyoruz Tebrikler
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, sağolun 😊🤚
Silİyi Bayramlar��
Silİyi bayramlar, selamlar 😊🤚
Silkaleminize, yüreğinize sağlık…
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim 😊🤚
Silyeni öykülerini merakla bekliyorum canım
YanıtlaSilTeşekkür ederim canımmmm 🙏😊🤚
SilÇocuk işçiler,çalışmak için okuldan kopan çocuklar hep yüreğimi burkar benim. Ben de tatildeyim şu sıralar.Keyifli tatiller dilerim :)
YanıtlaSilSana da iyi tatiller Yurdagülcüğüm ������
SilKaleminize sağlık Yıldız Hanım. Ben de blogları boşlayanlardım. Tekrar hız vermek gerekir...
YanıtlaSilTeşekkür ederim Recep Bey. Yazın biraz ihmal oluyor sanki. Ama kürkçü dükkanına döneceğiz elbette 😊🤚
SilOkurken tutamadım kendimi ağladım. O kadar güzel yazmışsınız ki bayıldım, çok ama çook güzel bir öykü, bir o kadar anlamlı, düşündürücü. Bana çocukluğumu anımsattı ve babamın çocukluğunu anımsattı, onun da küçükken boyacı sandığı varmış ve kimse ona ayakkabılarını boyatmazmış; öykünüzü okurken çok eskilere daldım gittim... Duygularım karmakarışık oldu, kaleminize sağlık:)))
YanıtlaSilBen de bu güzel yorum karşısında çok duygulandım🙏. "Çocukluğu anavatanıdır insanın" denir ya hani oradan izler taşıyoruz her birimiz. Çok teşekkür ederim ilginize, bu içten, samimi yorumunuza. Sevgi ve selamlarımla 🙏🤗😊🤚
SilYıldız hanım merhaba iyi bayramlar
YanıtlaSilMerhabalar , size de iyi bayramlar 😊🍬🤚
SilHem iç burkan hem de anlamlı bir öykü olmuş. Kalemine sağlık, çok beğendim. En sevdiğim cümle de "dışında tutulan, dışlanmış olan". Ne ağır bir his. Hele bir çocuk için. Emeğine sağlık tekrar.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim Lady😊🤚
SilTeşekkür ederim kıymetli yorumunuz için😊🤚
YanıtlaSilYıldız hanım bu aralar işlerim çok yoğun fırsat buldukça bloga yazı atıp takip ettiğim blogları inceleneye çalışıyorum. Çok keyif alarak okudum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, kolaylıklar dilerim 😊🤚
Sil