Fotoğraf: By Wildman. https://tr.depositphotos.com/ |
Merhabalar,
Anne
Bebek Dergisi’nin kasım sayısında yayımlanan yazımı blogda sizlerle de paylaşmak
istedim. Metnin ana karakteriyle eminim pek çoğumuz yaşamımızda en az bir kere karşılaşmışızdır.
Bu yazının yaşanmış bir başka versiyonunu yakın zamanda “Dövüşürken Hanımefendi
Değilim” de paylaştı. Dilerseniz onun yazısına da tık tık’dan ulaşabilirsiniz. Acaba
bu konuda sizler ne tür tecrübeler yaşadınız merak ediyorum.
Yıldızlı sevgilerimle J
OYUN PARKI
Güneş sarı saçlarını yeryüzüne boylu
boyunca sarkıtmış. Rüzgâr, derdi kederi süpürüp atmış. Deniz masmavi gözü,
kıyılarında köpüklü süsü ile eşsiz bir tablo hazırlamış seyircilerine. Bulutlar
tüy hafifliğinde beyaz beyaz gülümsüyorlar. Çocukları oyun parkına götürmek
için harika bir gün. Naime babaanne torununu, birkaç sokak ötede oturan Başak
Hanım da üç yaşındaki çocuğunu hızlıca hazırlayıp çıkıyorlar evden.
Çocuklar parkta pür neşe eğleniyorken
Naime teyzenin kilolu vücudu taşıdığı yükün altında yorulmaya başlıyor. En
yakınındaki ahşap banka ilişiveriyor. Az sonra yanına aynı dertten mustarip
genç anne Başak da oturuyor. Naime teyze her zamanki meraklı tavrıyla;
- Seni daha önce bu parkta görmedim,
diyor.
- Buraya yeni taşındık diye cevaplıyor
Başak. İşte bu girizgâh giderek sıkıcı bir röportaja dönüşecek konuşmanın
başlangıcı oluyor.
Naime teyze, Başak’ın tezahür etmeyen
merakını tetiklemek istercesine başlıyor anlatmaya. Sağlık sorunları, yaramaz
torunu, gamsız gelini derken, soluklanma ihtiyacı duyup biraz da Başak anlatsın
istiyor.
- Çocuklardan hangisi senin? Dur tahmin
edeyim. Şu çilli suratlı, turuncu kafalı olan değil mi? Aynı sana benziyor.
Başak biraz bozulsa da çok üzerinde
durmuyor. “Evet” diyor cılız bir ses tonuyla. Hız kesmeden soruyor teyze:
- Kaç çocuğun var?
- Bir tane.
- Ne! Bir mi? Bir olmaz evladım. En az bir
tane daha yapman lazım. Bak yaşın da geçkince. Derhal harekete geç, turuncu
kafayı kardeşsiz bırakma.
- Otuzuma daha yeni girdim. Ayrıca çocuğumuza
çok uzun ve çok zorlu tedaviler sonrası kavuştuk biz. Hem birkaç gerçek dost
yeri geldiğinde kardeş gibi hatta bazen kardeşten de yakın oluyor bence.
- Kızım sen beni dinle. Dediğimi yap.
Allah muhafaza çocuğunun başına bir hal gelse kalırsın öyle bir başına.
“La havle” çekiyor içinden Başak. Ama
durmuyor Naime teyze. Gözlerini çocuğa doğru belerterek soruyor aksi aksi:
- Neyle besliyorsun sen bunu? Pek de
cılız, senin tersine, deyip çantasından plastik bir kutu çıkarıyor. İçine
özenle dizdiği parmak kalınlığındaki dolmaları büyük bir iştahla yemeye
başlıyor. Dört beş tanesini yedikten sonra kutuyu uzatmadan soruyor: “Sen de
ister misin?” Dişine yapışan yeşil lahana kırıntısını görmezden gelerek “Hayır,
teşekkür ederim.” diyor Başak.
Naime teyze kendini yemeğe kaptırmışken
usulcacık uzaklaşmak istiyor yanından. Ama nafile. Tam hamle yaptığı sırada
yorumunu yapıştırıyor teyze:
- Haklısın tabi yememekte. Yıllar geçse de
doğum kilolarını vermek öyle kolay olmuyor. Benim gelinim fidan gibi. Doğumdan
hemen sonra spora başladı. Dışarıda hamburgerdir, koladır, cipsdir böyle
şeylere hiç tevessül etmez. Benim yaptığım ev yemeklerini yer.
Başak’ın cevabını boğazına düğümleyerek
bir başka ahiret suali daha yöneltiyor:
- Emzirdin değil mi sen bu çocuğu? Kaç ay
emzirdin bakayım?
- İki yaşına kadar emzirdim. Biraz zayıf
ama son derece sağlıklı. Kilo sağlık demek değildir, malum.
Naime teyze beğenmediği bu cevabı bir
başka soruyla geçiştirmeyi tercih ediyor:
- Çalışıyor muydun sen?
- Evet çalışıyorum.
- Peki işteyken kim bakıyor bu çocuğa?
- Bakan bir ablamız var.
- Yani çocuğunu, yani biricik evladını,
yani göz bebeğini bakıcılara emanet ediyorsun, öyle mi?
- Tabi her gelin, her çocuk sizinkiler
kadar şanslı olamayabiliyor diyor Başak, müstehzi bir ifadeyle. Çalışmıyorum
desem kesin bu kez de ‘bu zamanda tek maaşla geçim mi olur diyecek’ diye
geçiriyor içinden.
Konuşma ilerlerken ağzına birkaç dolma
daha atıp lafları yuvarlaya yuvarlaya “Deminden beri diyeceğim diyeceğim bir
türlü sıra bulup söyleyemedim.” diyor, şişkin yanaklarıyla, şaşırıp kalıyor
Başak.
-Bak evladım, sen bu sonbahar güneşine
aldanıp incecik giydirmişsin bu çocuğu. Baldır bacak çıplak, üşütür, hastalanır
maazallah. Gece gece acillerde dolaştırıp daha da helak etmek mi istiyorsun sen
bu sabiyi.
- İyi de teyzeciğim. Hareket halinde
zaten. Neden üşüsün? Tam tersi terliyor. Terlemeye yatkın bir bünyesi var onun.
Sarıp sarmalarsam kıyafetleri terden büsbütün ıslanır. Asıl o zaman hastalanır.
- Ah kafa! Her şeyi sordum adını sormadım
kızım. Adın ne senin? Parkta gördüğümde isminle seslenir, yanıma çağırırım, iki
sohbet ederiz.
Bu soru karşısında boş bulunup “ismim
Başak” diyor genç anne. Sonra dilini ısırıyor. ‘Sen iyice şaşırdın, senin
basiretin bağlandı galiba,’ diye kendi kendine kızıyor. O an, o bankı terk edip
gidemediğine de kızıyor. Celladına âşık mahkûm gibi dinlemeye devam ediyor.
- Benim adım da Naime. Bana hiç çekinmeden
‘Naime teyze’ diyebilirsin, yok yok teyze olmaz. ‘Naime abla’ de sen en iyisi.
Dolmayla dolu ağzı bir kamyon dolusu lafla daha da tıkanıyor. Tık nefes bir
halde devam ediyor sorgusuna:
- Her neyse bak Başak kızım, dikkat ettim
de seninki hiç konuşmuyor. Diğer çocuklarla da pek temas kurmuyor. Konuşma
geriliği mi var acaba? Belki de zekâ geriliği. Zor bir doğum muydu? Akraba
evliliği miydi? Eyvahlar olsun, yoksa yataktan mı düşürdün sen bu havuç kafayı?
Doktora bir danışsaydın ya. Benim torunum bir yaşını bir ay geçe bülbül gibi
şakımaya başladı. Öfkesini kontrol etmekte giderek zorluk çeken Başak daha
fazla dayanamayıp sazı eline alıyor:
- Aaaaaa! Ama olmaz ki böyle teyzeciğim.
İnsanın bir iç sesi olur. Bir kısmını da içinden, kendi kendine konuşur. Sen
aklına gelen her şeyi boca ettin üstüme! Ne zor doğum oldu, ne akraba evliliği
oldu, ne de yataktan düştü yavrum. Ne aklı kıt. Ne az emdi. Ne de çok terledi. Gayet
sağlıklı. Yaşının kelimelerini söylüyor, yaşının cümlelerini kuruyor. Sadece
yeni girdiği ortamlara alışması için biraz zaman gerekiyor.
Başak’ın sinirli çıkışını duymazdan
gelerek homini gırtlak devam ediyor sözlerine:
- Neyse epey büyümüş, konuşur elbet. Hiç
canını sıkma sen. Zor zamanları atlatmışsın. Birkaç seneye tamamen kurtulur,
rahatlarsın.
- Pardon! Neyden kurtulurum? Neden
rahatlarım? Anlayamadım?
- Neden olacak, çocuğun derdinden,
yükünden diyorum, büyüyor ya hani…
- İlahi Naime Hanım Teyze… Çocuk neden yük
olsun! Benim çocuğum sırtımda taşıdığım bir kum torbası mı? Kurtulmam gereken
bir sıkıntı, çözmem gereken bir sorun yumağı mı? O benim biricik, tatlı
meleğim. O, şimdiye kadar bana ve eşime sunulmuş en büyük armağan; sevgiye,
ilgiye muhtaç en nadide fidan. Bize yaşattığı her gün ayrı güzel. Her yaşı ayrı
özel. O bizim yaşama sevincimiz, ışığımız, yazımız, baharımız. Elimizde eşsiz
bir sanat eserine dönüşecek bembeyaz sayfamız, tertemiz tuvalimiz, o.
Özel hayatının detaylarını hiç tanımadığı
bu kadına bir çırpıda anlatmış olmanın verdiği pişmanlıkla derin derin nefes
alma ihtiyacı duyuyor Başak. Sakinleşmesi için başını şefkatle okşamaya, gözlerindeki
ılık nemi uzaklaştırmaya gelen anaç rüzgâra teslim olup kendini toparlamaya
çalışıyor. Konuşacak gücü bulduğunda da ‘üçüncü şahısların, üzerine vazife
olmayan ailevi meseleler hakkında yorum yapmalarının nezaketsizlik olduğu’
uyarısını gönülsüzce bir kenara koyup çocukların bir yük, çocukluğun ise bir an
önce geçip gitmesi gereken zorlu bir süreç olmadığını iyice vurgulamak istiyor:
- Şimdiye kadar hep siz sordunuz. İzin
verirseniz şimdi de ben sormak istiyorum Naime Hanım teyze. Evlat, torun, torba
sahibi bir insan olarak hem size, hem sizin kadar tecrübeli olmayan kendime de
soruyorum aslında: Biricik evlatlarımızın, inci mercanlarımızın bize katmış
oldukları zenginliklerin farkında mıyız acaba? Dünyayı onların tertemiz
pencerelerinden; saf, masum gözlerinden görebildiğimizin; çoğu zaman özlemle
yâd ettiğimiz çocukluğumuza onlarla yeniden dönebildiğimizin; yanlarında
neşeyle, özgürce, sadece kendimiz olabildiğimizin; rengârenk hayaller kurup,
doğayı, canlıyı, cansızı birlikte yeniden keşfettiğimizin gerçekten farkında
mıyız?
Gözlerimizin içine tüm sahicilikleriyle bakarlarken,
minik parmaklarıyla yüzlerimizi okşayıp ellerimizi tutarlarken; küçük
kalplerindeki büyük sevgiyi kucak kucak sunarlarken; “anneciğim, babacığım,
babaaneciğim seni çok seviyorum” diye sık sık tekrarlarlarken, cümle
yorgunluklarımızı alıp götürdüklerinin idrakinde miyiz?
Soruyorum size; evlat sahibi olabilmek
için sağlık sorunlarıyla boğuşan, varını yoğunu ortaya döken, yerimizde olmak
isteyen onca insan varken, böyle olağanüstü bir hediyeye acaba nasıl olur da
bir yük gözüyle bakılabilir, böyle güzel bir serüven acaba nasıl olur da bir an
önce savuşturulması gereken bir süreç olarak algılanabilir, lütfen söyler
misiniz?
Cevabını alamayacağı soruları sorup içini
döktükten sonra “Hadi bana müsaade,” diyor Başak. Çocuğunu kucaklayıp hızlı
adımlarla uzaklaşıyor parktan.
İçinden, “Aman iyi, kaç git hemen. Siz
gençlere de bir şey söylenmiyor zaten.” diyor Naime teyze. Az sonra yanına
oturan bir başka anneye, kalan son dolmayı ikram edip etmemekte kısa bir
tedirginlik yaşadıktan sonra tabağı sünnetleyip soruyor: “Seni daha önce bu
parkta görmüş müydüm acaba?”
Daha ilk satırları okurken aklıma sevgili dövüşürken hanımefendi değilim geldi. :) Yeni tanışmalarda daha genel konulardan konuşulmasına yanayım ben. Daha ilk nefeste dertlerden sıkıntılardan bahsedilmesi abes geliyor. Samimiyet adına arkadaşlığa ilk baltanın vurulması gibi bir şey yani. Parklardaki bu minvalde gelişen konuşmalara son noktayı koymanın yolunu bulmuştum ben. Kaderimizde bu varmış böyle yazılmış yapacak bir şey yok derdim, öyle kızım derlerdi kapanırdı konu. Başak'ın söylediği gibi - ki ne güzel dillendirmişsiniz - konuşsam, karşımdakilerin kalın tuğlalarla örülmüş kafalarının içine girmem zor olurdu herhalde.
YanıtlaSilHayatın içinden, her daim tazeliğini koruyan, yaşadığımız bir soruna harika bir yaklaşımla el atmışsın, kalemine emeğine sağlık 🌹 🙂
Güzel bir formül bulmuşsun Film Gündemi. Konuşup anlatılsa da, nezaketle yaklaşılsa da insanları değiştirmek pek mümkün olmuyor. Tıpkı Başak Hanım'ın içini döktükten sonra filmin aynı anda başa sarması gibi. Çok teşekkür ederim ziyaretin ve katkın için. Sevgilerimle :))
SilBen ne yazık ki, Başak gibi bir yerden sonra burada yaşandığı gibi yapamıyorum:) Sürekli celladına aşık mahkum gibi sonuna kadar dinleyip, sonra büyük bir şişkinlikle müsaade isteyip ayrılanlardanım.. Bir sonraki sefer olursa yine aynı şeyi yaşayıp ses çıkaramayanlardanım:) Çünkü terbiyesizlik yada hakaret olmadıkça yaşlılara kıyamıyorum.. Muhtemelen bu yüzden beni çok sevip, yakaladıkları her yerde esir ediyorlar:))) Çok güzel, gerçek bir hayat kesitini anlatan yazı olmuş:) Ellerinize sağlık.
YanıtlaSilSiz de esir düşenlerdensiniz demek Sezgin Bey :))) Evet yaşlılara da kıyılmıyor değil mi? Onlar da öyle bir kültürden geldiler. Zamanın ruhuna, yeni jenerasyonun bakış açısına entegre olmak kolay olmasa gerek. Yaşlılar hoş görülüyor da ya yaşlı olmayıp da patavatsız olanlara ne demeli acaba? Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz ve katkınız için :))
SilBu kadar soru yağmuruna tutulmadım şimdiye kadar çok şükür. Sanırım parkta kimsenin yanına oturmadığım ve genelde sakin saatlerde gittiğimiz için olsa gerek.
YanıtlaSilİsabet olmuş o zaman :))
SilO kadar güzel yazmışsınız ki, çok sevdim, hayatın içinden ve hepimizin biraz da olsa yaşadığı şeyler ne yazık ki... Geçen gün Dövüşürken Hanımefendi Değilim yazısında aynı şeyden söz etmişti:) Ben çok kızıyorum, sinirleniyorum böyle insanlara. Bizim insanımız fazla meraklı, her şeyi sorup öğrenmek istiyor ve bu teyzeler, amcalar hep soruyor her şeyi.
YanıtlaSilGeçen ay bir benzerini yaşadım ben de evlilik sorusuyla ilgili; ''neden evlenmedin?''
Gerçekten çok sinirleniyorum, bir noktadan sonra sakin kalmak mümkün değil.
Emeğinize, kaleminize sağlık, çok beğendim yazıyı:)))
Ahh ahh. Fazla merak genlerimize kodlanmış sanki. Bu hal, sosyolojik olarak araştırma konusu bence :)) Ben teşekkür ederim samimi yorumun için. Sevgilerimle :))
SilOff Naime teyze hanım iyice cozutmuş :)) hemen kaçılacak o ortamlardan.. gerçi sonunda Başak kızımız cümleleri motor takılmış gibi söyleyip, uzaklaşmış ama bu kadınlara ayna tutmak, sordukları soruları onlara yöneltmek gerek. :) Eline sağlık.. çok güzeldi.
YanıtlaSil:))) Evet ayna tuttup sorduğunda tatlı tatlı anlatanlar da var :)))
SilHayatın içinden, neredeyse hepimizin karşılaştığı bir durumu çok güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim bu güzel yorum için :))
SilNe güzel yazmışsın, boş boş konuşan insan çok. Anlayış yok insanlarda. Üç yıllık evliyim diye herkes çocuk var mı diye soruyor, kime ne? Sonra kendi çocuklarından, hiçbir şeye vakit ayıramamaktan dert yanarlar. O kadar şikayet edeceklerse çocuk yapmasınlar, her yeni evliye de çocuk baskısı yapmasınlar. Çocuksuz aileler mutlu olamaz gibi bir imaj var toplumda.
YanıtlaSilNe yazık ki öyle Duygucuğum. Ne zaman ve nasıl kırılır bu anlayış bilmiyorum. Yazılan, çizilenler de hedef kitleye pek ulaşmıyor zaten...
SilNaime teyzeyi gözümde canlandırarak okudum benim için keyifliydi gerçekten onu dışardan izlediğimi düşündüğüm dakikalar :) ama başak-ın işi zor sonu da çok iyi bağlanmış bence yazının :)
YanıtlaSilFilm hep başa sarıyor değil mi Ozan. Ne demişler "Benim adım Reşit, sen söyle sen işit.". Kal sağlıcakla :))
SilMuy interesante, te mando un beso.
YanıtlaSilMuy interesante, te mando un beso. https://enamoradadelasletras.blogspot.com/
YanıtlaSilThanks :))
SilHayatta Naime teyzelerle o kadar çok karşılaştım ki fırtınanın kokusunu alır almaz uzaklaşiyorum 🤣🤣🤣
YanıtlaSil:))))) En iyisini yapıyorsun Deryacığım :))
SilOtobüste,dolmuşta,metroda,alışveriş yerlerinde Naime teyzeler her yerde :) Keyifle okudum,teşekkürler :)
YanıtlaSilEvet her yerdeler Yurdagülcüğüm 😇🙃😄😄
SilDolma bi bitmedi :)
YanıtlaSil😄😄Çabuk bitmesin diye yavaş yiyor😄😄
SilBen genelde kitap alırdım parka giderken ya da pek oturmazdım. Sevmem bu tarz konuşmaları. Çok bilmiş oluyr bazı kişiler malesef. Hele ki biri benim yanımda öyle ağzı dolu konuşacak hiç duramam. Hoş yazıdaki gibi bazen insanın basireti bağlanıyor. Takılıp kalabiliyor.
YanıtlaSilUzaklaşmak en güzeli. Çok teşekkür ederim ziyaret ve yorum için. Selamlar 🤗
SilBu tarz teyzelerle karşılaşmayan yok sanırım. Eskiden ben de susup kalırdım ama şimdi sinirimi bozarlarsa ben de onları bozuyorum, bu yüzden fazla konuşmuyorlar :-)
YanıtlaSilHerkes kendine özgü bir formül bulmuş gibi. Sevgiler Şuleciğim 🤗
SilÖncelikle benden de bahsetmişsiniz çok teşekkür ederim., ne güzelsiniz. ❤
YanıtlaSilSonrasında ise ay valla ben bu kadınla kendimi saç baç yolarken hayal edebiliyorum. Yemin ediyorum Amerikalıların "dad issues" dan sonra bizim "teyze travması" ikinci sırayı alır. Ben Başak kadar da kibar bir insan değilim bu arada, ve son cümle vallahi anksiyetemi azdırdı. :D
Güldürdün beni😄😄. Ben teşekkür ederim ziyaret ve bu içten yorum için. Sevgi ve selamlarımla 🤗
Silay aman allah mazallah valla ne teyzeler vaaar :)
YanıtlaSil🙃😇🤗
SilHer yerdeler :)
YanıtlaSilEvet öyleleeeerrrr😄🤗🤚
Sil