OYUN PARKI

35

Resim: By Wildman
Fotoğraf: By Wildman. https://tr.depositphotos.com/


Merhabalar,

Anne Bebek Dergisi’nin kasım sayısında yayımlanan yazımı blogda sizlerle de paylaşmak istedim. Metnin ana karakteriyle eminim pek çoğumuz yaşamımızda en az bir kere karşılaşmışızdır. Bu yazının yaşanmış bir başka versiyonunu yakın zamanda “Dövüşürken Hanımefendi Değilim” de paylaştı. Dilerseniz onun yazısına da tık tık’dan ulaşabilirsiniz. Acaba bu konuda sizler ne tür tecrübeler yaşadınız merak ediyorum.

Yıldızlı sevgilerimle J

OYUN PARKI

Güneş sarı saçlarını yeryüzüne boylu boyunca sarkıtmış. Rüzgâr, derdi kederi süpürüp atmış. Deniz masmavi gözü, kıyılarında köpüklü süsü ile eşsiz bir tablo hazırlamış seyircilerine. Bulutlar tüy hafifliğinde beyaz beyaz gülümsüyorlar. Çocukları oyun parkına götürmek için harika bir gün. Naime babaanne torununu, birkaç sokak ötede oturan Başak Hanım da üç yaşındaki çocuğunu hızlıca hazırlayıp çıkıyorlar evden.

Çocuklar parkta pür neşe eğleniyorken Naime teyzenin kilolu vücudu taşıdığı yükün altında yorulmaya başlıyor. En yakınındaki ahşap banka ilişiveriyor. Az sonra yanına aynı dertten mustarip genç anne Başak da oturuyor. Naime teyze her zamanki meraklı tavrıyla;

- Seni daha önce bu parkta görmedim, diyor.

- Buraya yeni taşındık diye cevaplıyor Başak. İşte bu girizgâh giderek sıkıcı bir röportaja dönüşecek konuşmanın başlangıcı oluyor.

Naime teyze, Başak’ın tezahür etmeyen merakını tetiklemek istercesine başlıyor anlatmaya. Sağlık sorunları, yaramaz torunu, gamsız gelini derken, soluklanma ihtiyacı duyup biraz da Başak anlatsın istiyor.

- Çocuklardan hangisi senin? Dur tahmin edeyim. Şu çilli suratlı, turuncu kafalı olan değil mi? Aynı sana benziyor.

Başak biraz bozulsa da çok üzerinde durmuyor. “Evet” diyor cılız bir ses tonuyla. Hız kesmeden soruyor teyze:

- Kaç çocuğun var?

- Bir tane.

- Ne! Bir mi? Bir olmaz evladım. En az bir tane daha yapman lazım. Bak yaşın da geçkince. Derhal harekete geç, turuncu kafayı kardeşsiz bırakma.

- Otuzuma daha yeni girdim. Ayrıca çocuğumuza çok uzun ve çok zorlu tedaviler sonrası kavuştuk biz. Hem birkaç gerçek dost yeri geldiğinde kardeş gibi hatta bazen kardeşten de yakın oluyor bence.

- Kızım sen beni dinle. Dediğimi yap. Allah muhafaza çocuğunun başına bir hal gelse kalırsın öyle bir başına.

“La havle” çekiyor içinden Başak. Ama durmuyor Naime teyze. Gözlerini çocuğa doğru belerterek soruyor aksi aksi:

- Neyle besliyorsun sen bunu? Pek de cılız, senin tersine, deyip çantasından plastik bir kutu çıkarıyor. İçine özenle dizdiği parmak kalınlığındaki dolmaları büyük bir iştahla yemeye başlıyor. Dört beş tanesini yedikten sonra kutuyu uzatmadan soruyor: “Sen de ister misin?” Dişine yapışan yeşil lahana kırıntısını görmezden gelerek “Hayır, teşekkür ederim.” diyor Başak.

Naime teyze kendini yemeğe kaptırmışken usulcacık uzaklaşmak istiyor yanından. Ama nafile. Tam hamle yaptığı sırada yorumunu yapıştırıyor teyze:

- Haklısın tabi yememekte. Yıllar geçse de doğum kilolarını vermek öyle kolay olmuyor. Benim gelinim fidan gibi. Doğumdan hemen sonra spora başladı. Dışarıda hamburgerdir, koladır, cipsdir böyle şeylere hiç tevessül etmez. Benim yaptığım ev yemeklerini yer.

Başak’ın cevabını boğazına düğümleyerek bir başka ahiret suali daha yöneltiyor:

- Emzirdin değil mi sen bu çocuğu? Kaç ay emzirdin bakayım?

- İki yaşına kadar emzirdim. Biraz zayıf ama son derece sağlıklı. Kilo sağlık demek değildir, malum.

Naime teyze beğenmediği bu cevabı bir başka soruyla geçiştirmeyi tercih ediyor:

- Çalışıyor muydun sen?

- Evet çalışıyorum.

- Peki işteyken kim bakıyor bu çocuğa?

- Bakan bir ablamız var.

- Yani çocuğunu, yani biricik evladını, yani göz bebeğini bakıcılara emanet ediyorsun, öyle mi?

- Tabi her gelin, her çocuk sizinkiler kadar şanslı olamayabiliyor diyor Başak, müstehzi bir ifadeyle. Çalışmıyorum desem kesin bu kez de ‘bu zamanda tek maaşla geçim mi olur diyecek’ diye geçiriyor içinden.

YILDIZLI HİKAYELER - OYUN PARKI

Konuşma ilerlerken ağzına birkaç dolma daha atıp lafları yuvarlaya yuvarlaya “Deminden beri diyeceğim diyeceğim bir türlü sıra bulup söyleyemedim.” diyor, şişkin yanaklarıyla, şaşırıp kalıyor Başak.

-Bak evladım, sen bu sonbahar güneşine aldanıp incecik giydirmişsin bu çocuğu. Baldır bacak çıplak, üşütür, hastalanır maazallah. Gece gece acillerde dolaştırıp daha da helak etmek mi istiyorsun sen bu sabiyi.

- İyi de teyzeciğim. Hareket halinde zaten. Neden üşüsün? Tam tersi terliyor. Terlemeye yatkın bir bünyesi var onun. Sarıp sarmalarsam kıyafetleri terden büsbütün ıslanır. Asıl o zaman hastalanır.

- Ah kafa! Her şeyi sordum adını sormadım kızım. Adın ne senin? Parkta gördüğümde isminle seslenir, yanıma çağırırım, iki sohbet ederiz.

Bu soru karşısında boş bulunup “ismim Başak” diyor genç anne. Sonra dilini ısırıyor. ‘Sen iyice şaşırdın, senin basiretin bağlandı galiba,’ diye kendi kendine kızıyor. O an, o bankı terk edip gidemediğine de kızıyor. Celladına âşık mahkûm gibi dinlemeye devam ediyor.

- Benim adım da Naime. Bana hiç çekinmeden ‘Naime teyze’ diyebilirsin, yok yok teyze olmaz. ‘Naime abla’ de sen en iyisi. Dolmayla dolu ağzı bir kamyon dolusu lafla daha da tıkanıyor. Tık nefes bir halde devam ediyor sorgusuna:

- Her neyse bak Başak kızım, dikkat ettim de seninki hiç konuşmuyor. Diğer çocuklarla da pek temas kurmuyor. Konuşma geriliği mi var acaba? Belki de zekâ geriliği. Zor bir doğum muydu? Akraba evliliği miydi? Eyvahlar olsun, yoksa yataktan mı düşürdün sen bu havuç kafayı? Doktora bir danışsaydın ya. Benim torunum bir yaşını bir ay geçe bülbül gibi şakımaya başladı. Öfkesini kontrol etmekte giderek zorluk çeken Başak daha fazla dayanamayıp sazı eline alıyor:  

- Aaaaaa! Ama olmaz ki böyle teyzeciğim. İnsanın bir iç sesi olur. Bir kısmını da içinden, kendi kendine konuşur. Sen aklına gelen her şeyi boca ettin üstüme! Ne zor doğum oldu, ne akraba evliliği oldu, ne de yataktan düştü yavrum. Ne aklı kıt. Ne az emdi. Ne de çok terledi. Gayet sağlıklı. Yaşının kelimelerini söylüyor, yaşının cümlelerini kuruyor. Sadece yeni girdiği ortamlara alışması için biraz zaman gerekiyor.

Başak’ın sinirli çıkışını duymazdan gelerek homini gırtlak devam ediyor sözlerine:

- Neyse epey büyümüş, konuşur elbet. Hiç canını sıkma sen. Zor zamanları atlatmışsın. Birkaç seneye tamamen kurtulur, rahatlarsın.

-  Pardon! Neyden kurtulurum? Neden rahatlarım? Anlayamadım?

- Neden olacak, çocuğun derdinden, yükünden diyorum, büyüyor ya hani…

- İlahi Naime Hanım Teyze… Çocuk neden yük olsun! Benim çocuğum sırtımda taşıdığım bir kum torbası mı? Kurtulmam gereken bir sıkıntı, çözmem gereken bir sorun yumağı mı? O benim biricik, tatlı meleğim. O, şimdiye kadar bana ve eşime sunulmuş en büyük armağan; sevgiye, ilgiye muhtaç en nadide fidan. Bize yaşattığı her gün ayrı güzel. Her yaşı ayrı özel. O bizim yaşama sevincimiz, ışığımız, yazımız, baharımız. Elimizde eşsiz bir sanat eserine dönüşecek bembeyaz sayfamız, tertemiz tuvalimiz, o.

Özel hayatının detaylarını hiç tanımadığı bu kadına bir çırpıda anlatmış olmanın verdiği pişmanlıkla derin derin nefes alma ihtiyacı duyuyor Başak. Sakinleşmesi için başını şefkatle okşamaya, gözlerindeki ılık nemi uzaklaştırmaya gelen anaç rüzgâra teslim olup kendini toparlamaya çalışıyor. Konuşacak gücü bulduğunda da ‘üçüncü şahısların, üzerine vazife olmayan ailevi meseleler hakkında yorum yapmalarının nezaketsizlik olduğu’ uyarısını gönülsüzce bir kenara koyup çocukların bir yük, çocukluğun ise bir an önce geçip gitmesi gereken zorlu bir süreç olmadığını iyice vurgulamak istiyor:

- Şimdiye kadar hep siz sordunuz. İzin verirseniz şimdi de ben sormak istiyorum Naime Hanım teyze. Evlat, torun, torba sahibi bir insan olarak hem size, hem sizin kadar tecrübeli olmayan kendime de soruyorum aslında: Biricik evlatlarımızın, inci mercanlarımızın bize katmış oldukları zenginliklerin farkında mıyız acaba? Dünyayı onların tertemiz pencerelerinden; saf, masum gözlerinden görebildiğimizin; çoğu zaman özlemle yâd ettiğimiz çocukluğumuza onlarla yeniden dönebildiğimizin; yanlarında neşeyle, özgürce, sadece kendimiz olabildiğimizin; rengârenk hayaller kurup, doğayı, canlıyı, cansızı birlikte yeniden keşfettiğimizin gerçekten farkında mıyız?

Gözlerimizin içine tüm sahicilikleriyle bakarlarken, minik parmaklarıyla yüzlerimizi okşayıp ellerimizi tutarlarken; küçük kalplerindeki büyük sevgiyi kucak kucak sunarlarken; “anneciğim, babacığım, babaaneciğim seni çok seviyorum” diye sık sık tekrarlarlarken, cümle yorgunluklarımızı alıp götürdüklerinin idrakinde miyiz?

Soruyorum size; evlat sahibi olabilmek için sağlık sorunlarıyla boğuşan, varını yoğunu ortaya döken, yerimizde olmak isteyen onca insan varken, böyle olağanüstü bir hediyeye acaba nasıl olur da bir yük gözüyle bakılabilir, böyle güzel bir serüven acaba nasıl olur da bir an önce savuşturulması gereken bir süreç  olarak algılanabilir, lütfen söyler misiniz?

Cevabını alamayacağı soruları sorup içini döktükten sonra “Hadi bana müsaade,” diyor Başak. Çocuğunu kucaklayıp hızlı adımlarla uzaklaşıyor parktan.

İçinden, “Aman iyi, kaç git hemen. Siz gençlere de bir şey söylenmiyor zaten.” diyor Naime teyze. Az sonra yanına oturan bir başka anneye, kalan son dolmayı  ikram edip etmemekte kısa bir tedirginlik yaşadıktan sonra tabağı sünnetleyip soruyor: “Seni daha önce bu parkta görmüş müydüm acaba?”

 

Yorum Gönder

35 Yorumlar
  1. Daha ilk satırları okurken aklıma sevgili dövüşürken hanımefendi değilim geldi. :) Yeni tanışmalarda daha genel konulardan konuşulmasına yanayım ben. Daha ilk nefeste dertlerden sıkıntılardan bahsedilmesi abes geliyor. Samimiyet adına arkadaşlığa ilk baltanın vurulması gibi bir şey yani. Parklardaki bu minvalde gelişen konuşmalara son noktayı koymanın yolunu bulmuştum ben. Kaderimizde bu varmış böyle yazılmış yapacak bir şey yok derdim, öyle kızım derlerdi kapanırdı konu. Başak'ın söylediği gibi - ki ne güzel dillendirmişsiniz - konuşsam, karşımdakilerin kalın tuğlalarla örülmüş kafalarının içine girmem zor olurdu herhalde.
    Hayatın içinden, her daim tazeliğini koruyan, yaşadığımız bir soruna harika bir yaklaşımla el atmışsın, kalemine emeğine sağlık 🌹 🙂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel bir formül bulmuşsun Film Gündemi. Konuşup anlatılsa da, nezaketle yaklaşılsa da insanları değiştirmek pek mümkün olmuyor. Tıpkı Başak Hanım'ın içini döktükten sonra filmin aynı anda başa sarması gibi. Çok teşekkür ederim ziyaretin ve katkın için. Sevgilerimle :))

      Sil
  2. Ben ne yazık ki, Başak gibi bir yerden sonra burada yaşandığı gibi yapamıyorum:) Sürekli celladına aşık mahkum gibi sonuna kadar dinleyip, sonra büyük bir şişkinlikle müsaade isteyip ayrılanlardanım.. Bir sonraki sefer olursa yine aynı şeyi yaşayıp ses çıkaramayanlardanım:) Çünkü terbiyesizlik yada hakaret olmadıkça yaşlılara kıyamıyorum.. Muhtemelen bu yüzden beni çok sevip, yakaladıkları her yerde esir ediyorlar:))) Çok güzel, gerçek bir hayat kesitini anlatan yazı olmuş:) Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz de esir düşenlerdensiniz demek Sezgin Bey :))) Evet yaşlılara da kıyılmıyor değil mi? Onlar da öyle bir kültürden geldiler. Zamanın ruhuna, yeni jenerasyonun bakış açısına entegre olmak kolay olmasa gerek. Yaşlılar hoş görülüyor da ya yaşlı olmayıp da patavatsız olanlara ne demeli acaba? Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz ve katkınız için :))

      Sil
  3. Bu kadar soru yağmuruna tutulmadım şimdiye kadar çok şükür. Sanırım parkta kimsenin yanına oturmadığım ve genelde sakin saatlerde gittiğimiz için olsa gerek.

    YanıtlaSil
  4. O kadar güzel yazmışsınız ki, çok sevdim, hayatın içinden ve hepimizin biraz da olsa yaşadığı şeyler ne yazık ki... Geçen gün Dövüşürken Hanımefendi Değilim yazısında aynı şeyden söz etmişti:) Ben çok kızıyorum, sinirleniyorum böyle insanlara. Bizim insanımız fazla meraklı, her şeyi sorup öğrenmek istiyor ve bu teyzeler, amcalar hep soruyor her şeyi.
    Geçen ay bir benzerini yaşadım ben de evlilik sorusuyla ilgili; ''neden evlenmedin?''
    Gerçekten çok sinirleniyorum, bir noktadan sonra sakin kalmak mümkün değil.
    Emeğinize, kaleminize sağlık, çok beğendim yazıyı:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh ahh. Fazla merak genlerimize kodlanmış sanki. Bu hal, sosyolojik olarak araştırma konusu bence :)) Ben teşekkür ederim samimi yorumun için. Sevgilerimle :))

      Sil
  5. Off Naime teyze hanım iyice cozutmuş :)) hemen kaçılacak o ortamlardan.. gerçi sonunda Başak kızımız cümleleri motor takılmış gibi söyleyip, uzaklaşmış ama bu kadınlara ayna tutmak, sordukları soruları onlara yöneltmek gerek. :) Eline sağlık.. çok güzeldi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :))) Evet ayna tuttup sorduğunda tatlı tatlı anlatanlar da var :)))

      Sil
  6. Hayatın içinden, neredeyse hepimizin karşılaştığı bir durumu çok güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim bu güzel yorum için :))

      Sil
  7. Ne güzel yazmışsın, boş boş konuşan insan çok. Anlayış yok insanlarda. Üç yıllık evliyim diye herkes çocuk var mı diye soruyor, kime ne? Sonra kendi çocuklarından, hiçbir şeye vakit ayıramamaktan dert yanarlar. O kadar şikayet edeceklerse çocuk yapmasınlar, her yeni evliye de çocuk baskısı yapmasınlar. Çocuksuz aileler mutlu olamaz gibi bir imaj var toplumda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki öyle Duygucuğum. Ne zaman ve nasıl kırılır bu anlayış bilmiyorum. Yazılan, çizilenler de hedef kitleye pek ulaşmıyor zaten...

      Sil
  8. Naime teyzeyi gözümde canlandırarak okudum benim için keyifliydi gerçekten onu dışardan izlediğimi düşündüğüm dakikalar :) ama başak-ın işi zor sonu da çok iyi bağlanmış bence yazının :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Film hep başa sarıyor değil mi Ozan. Ne demişler "Benim adım Reşit, sen söyle sen işit.". Kal sağlıcakla :))

      Sil
  9. Muy interesante, te mando un beso.

    YanıtlaSil
  10. Muy interesante, te mando un beso. https://enamoradadelasletras.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  11. Hayatta Naime teyzelerle o kadar çok karşılaştım ki fırtınanın kokusunu alır almaz uzaklaşiyorum 🤣🤣🤣

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :))))) En iyisini yapıyorsun Deryacığım :))

      Sil
  12. Otobüste,dolmuşta,metroda,alışveriş yerlerinde Naime teyzeler her yerde :) Keyifle okudum,teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet her yerdeler Yurdagülcüğüm 😇🙃😄😄

      Sil
  13. Yanıtlar
    1. 😄😄Çabuk bitmesin diye yavaş yiyor😄😄

      Sil
  14. Ben genelde kitap alırdım parka giderken ya da pek oturmazdım. Sevmem bu tarz konuşmaları. Çok bilmiş oluyr bazı kişiler malesef. Hele ki biri benim yanımda öyle ağzı dolu konuşacak hiç duramam. Hoş yazıdaki gibi bazen insanın basireti bağlanıyor. Takılıp kalabiliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uzaklaşmak en güzeli. Çok teşekkür ederim ziyaret ve yorum için. Selamlar 🤗

      Sil
  15. Bu tarz teyzelerle karşılaşmayan yok sanırım. Eskiden ben de susup kalırdım ama şimdi sinirimi bozarlarsa ben de onları bozuyorum, bu yüzden fazla konuşmuyorlar :-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkes kendine özgü bir formül bulmuş gibi. Sevgiler Şuleciğim 🤗

      Sil
  16. Öncelikle benden de bahsetmişsiniz çok teşekkür ederim., ne güzelsiniz. ❤
    Sonrasında ise ay valla ben bu kadınla kendimi saç baç yolarken hayal edebiliyorum. Yemin ediyorum Amerikalıların "dad issues" dan sonra bizim "teyze travması" ikinci sırayı alır. Ben Başak kadar da kibar bir insan değilim bu arada, ve son cümle vallahi anksiyetemi azdırdı. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güldürdün beni😄😄. Ben teşekkür ederim ziyaret ve bu içten yorum için. Sevgi ve selamlarımla 🤗

      Sil
  17. ay aman allah mazallah valla ne teyzeler vaaar :)

    YanıtlaSil
Yorum Gönder
Üst