OYUNCAK TREN

51


OYUNCAK TREN ÖYKÜSÜ


Merhaba sevgili blog ailem. Yıllık izinde olduğum için buraları biraz ihmal ettim. Kusura bakmayın. Aşılanıp maske, mesafeyle birlikte kendimizi yollara vurduk. Özlemişiz gezmeleri. Bu arada bloguma uğrayanlar eli boş dönmesinler diye Anne Bebek Dergisinin Temmuz sayısı için hazırladığım ve çocukluğunu yaşayamayan babalara armağan ettiğim OYUNCAK TREN adlı öykümü buradan sizlerle de paylaşmak istedim. İnstagramdan takipleştiklerim için tekrara düşmüş olacağım gerçi ama yol hali diyelim değil mi? 😊. Son söz yazının uzunluğu sizi ürkütmesin. Sıkılmadan okuyacağınızı ümit ediyorum. Size iyi haftalar bana da iyi gezmeler olsun. Hadi Hoşçakalın 😊🤗🌺🤚


OYUNCAK TREN

Çocukluk anılarımdan birini anlatmamı istedi, çocuğum. “Ama komik olsun” diye de ekledi. Şöyle bir düşündüm; ‘çocukluğum oldu mu ki anısı olsun, ben güldürdü mi ki bu anılar, çocuğumu güldürsün.’ Geçim gailesini on, on bir yaşlarında sırtlanmış ufak bir ‘çocuk adam’dım ben. Babamın ölümüyle birlikte küçük kardeşlerime bakmak zorunda kalan çelimsiz, küçük bir kurşun asker…

O yaşlardaki en önemli meşguliyetim babamdan miras kalan; siyah, kahverengi, hardal sarısı, kiremit kırmızısı minik boya kavanozlarımdı. Güçlükle taşıdığım ve oyuncak bir kamyonet olduğuna kendimi inandırdığım ahşap bir boya sandığım vardı bir de. Yaptığım işi eğlenceli hale getirmek için çocukça hayaller kurar, boya kavanozlarını ahşap boya sandığının yuvarlak bölmelerine yerleştirirken kendimce oyunlar oynadığımı zannederdim. Ya da önüme uzatılan kirli bir ayakkabıyı, karaya oturup çamura saplanmış bir yük gemisine benzetir; gemiyi temizler, fırçalar, kendi yansımamı üzerinde görünceye kadar parlatırdım. Kimi zaman geminin kaptanı yaptığım işten memnun kalmaz aynı işlemleri söylene söylene tekrar yapmamı isterdi. Bazı kara korsanlar, emeğimin karşılığında hiçbir ganimet bırakmaksızın öylece çekip giderlerdi. Arada bir de koyu kasketli adamlar otururdu ayağı aksak tabureme. Renkli alışveriş paketlerini uzağıma istiflemeye özen gösterir, güvensiz, sert bakışlarını yüzümde, ellerimde uzun uzun gezdirirlerdi…

O eski zamanlarda, ayakkabı boyacılığıyla uğraşan herkes bir köşe başı tutmuştu. En işlek caddelere beni yaklaştırmazdı büyük amcalar, abiler. Ben de hep aynı kör noktaya oturmak zorunda kalır, sandığımın arkasında kaybolan cılız bedenimi göstermek için aynı cılızlıktaki sesimle dikkat çekmeye çalışırdım: “Boyayalım mı abi? Boyayalım mı abla?” En sadık ziyaretçim Servet Bey idi; okuldan kopmak zorunda kalışıma en çok üzülen, ailem dışında beni sevilmeye layık bulan tek kişi; biricik sınıf öğretmenim. Yanımdan geçerken ayakkabılarını boyamak için yalvarırcasına ısrar ederdim. Nasıl fırça salladığımı, nasıl cila attığımı, boyacılıkla ilgili tüm hünerlerimi görsün, benimle gurur duysun isterdim. Üstelik ondan para almayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. O ise bundan ar eder, teşekkür etmekle yetinirdi. Başımı okşar, cebime üç beş kuruş sıkıştırır, siyah tırnak diplerime, nasır tutmuş minik ellerime baktığında nemlenen gözlerini ışık hızıyla benden kaçırmaya çalışırdı. Ayrıca o hafta derste ne anlatmışsa bir deftere özetini çıkarır ve her cuma düzenli olarak bana getirirdi. Ayrılırken, verdiği notlara sıkı sıkı çalışmamı tembihlerdi. “Üzülme sakın” derdi, dışarıdan bitirme sınavlarına girersin sen de” O zamanlar ‘dışarıdan bitirme’nin ne demek olduğunu pek anlayamazdım. Bu durumu her zaman, her güzel ortamın dışında kaldığım için çok da garipsemezdim. Dışarıda çalışan, dışında tutulan, dışlanmış olan... Öğretmenime güvenir çok  kurcalamazdım. Vakti geldiğinde onun benim için en iyisini yapacağını bilirdim. Nitekim de öyle oldu. Tiksinmeden, yüksünmeden boyalı ellerimden tutan o insan, beni sandığın arkasından alıp kasanın önüne oturttu. Boya sandığından boya atölyesi patronluğuna uzanan serüvenimin başkahramanı biricik Servet öğretmenim benim… Kara korsanlarla, koyu kasketlilerle, hayatla nasıl mücadele etmem gerektiğini öğreten, beni her daim cesaretlendiren, sözlerini, davranışlarını örnek aldığım, olmayan babamın yerine koyduğum, saman kâğıtlarına nakşettiği maden değerindeki yazılarını hala çekmecemde özenle sakladığım geçmişimdi o… 

Bütün bunlar beynimin içinden siyah beyaz bir film şeridi gibi hızla akıp geçerken çocuğum, ısrarla ona eğlenceli bir şeyler anlatmamı bekliyordu. Ben ise o yaşları ıskalayan talihsiz bir baba olarak yavruma anlatacak bir şeyler bulmakta güçlük çekiyordum. Sanki bu benim ayıbımmış gibi evladımın karşısında eziliyor, utanıyor, sıkılıyordum. Ama ne yazık ki güzel bir anıdan, bir ‘an’ parçasından bile yoksundum işte. Neresinden tutsam elimde kalıyordu çocukluğum. Yavrumun ısrarları devam ederken birden, o ilginç günü hatırladım. O kasketli baba ve o babanın oğluna hazırladığı doğum günü sürprizini ballandıra ballandıra anlatışı geldi aklıma, bir de gitmek üzereyken yaptığı didaktik uyarı: “okulu sevmemek olmaz, boyacılık yaparak paraya tamah etmek yerine okuluna gitmelisin evlat.” O bu sözleri sarf ederken bunun benim tercihim olmadığının kendim bile tam olarak idrakinde değildim, ayrıca susarak vicdanını aklamasına izin verdiğimin de…  

Benim hiç doğum günüm kutlanmamıştı. O yüzden bu kasketli adam ve şanslı çocuğunun doğum günü hatırasına dört elle sarıldım. Sonunu biraz değiştirerek, içine biraz hayallerimi, özlemlerimi katarak kasketli babanın oğluna armağan ettiği oyuncağı ve o güzel partiyi o an için, ondan emanet aldım ve sanki babamla benim aramda cereyan eden çocukluk anımmış gibi kendi çocuğuma anlatmaya başladım:  

“Doğum günüm yaklaşıyordu. Her zaman ilginç sürprizler hazırlayan babamın bana bu kez ne hazırladığını çok merak ediyordum. O büyük gün için annem iki gündür hazırlık yapıyordu. En sevdiğim kurabiyeler, pastalar pişirilmiş, üç katlı yaş pastam ve türlü türlü meşrubatlar bir hafta öncesinden sipariş edilmişti. Kırmızı gömleğim, pötikareli papyonum, askılı beyaz şortum ve yepyeni çoraplarım, ayakkabılarımla büyük güne hazırdım. Kutlama saati geldiğinde arkadaşlarım da ellerinde süslü hediye paketleriyle, birer birer gelmeye başladılar. Babam iş yerinde olduğu için hazırladığı hediyeyi, tuttuğu palyaçoyla göndermişti. Yuvarlak, kırmızı burunlu palyaçonun, arkasına sakladığı kocaman hediye paketinin içinde, her zaman vitrinde hayranlıkla izlediğim elektrikli tren olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yanılmamıştım. Gerçekten de babam içimi okumuş, yine tam on ikiden vurmuştu. Palyaço gösterisi sona erdiğinde alkışlar eşliğinde mumları üflemiş ve içimden bütün günlerimin böyle olmasını dilemiştim. Sıra diğer hediyeleri açmaya gelmişti. Bu işi büyük bir keyifle yapıyor her seferinde sevinç çığlıkları atıyordum. Yaşıtlarım neleri beğeneceğim konusunda kendilerinden pay biçerek isabetli tercihlerde bulunmuştu. O sırada kapı çaldı. Gelen, arkadaşım Koray’dı. Onun getirdiği paket de tıpkı babamınkine benziyordu, onunki kadar büyüktü, jelatini, süsü bile aynıydı. Üstelik içinden çıkan armağan da babamın bana aldığı elektrikli trenin aynısıydı. Hepimiz çok şaşırmıştık. Birini bile bulamazken bir anda iki tane elektrikli trenim olmuştu. Sevineyim mi şaşırayım mı pek bilememiştim. Obur Necmi ‘biri benim olsun’ diye diretse de ben pek oralı olmadım. Başka planlarım vardı.

Akşam babam eve gelince sıkıca boynuna sarılıp teşekkür ettim. Ardından durumu ona izah ettim. Babam şaşırdı, sanki biraz bozuldu da. Her zaman, bulunduğu her ortamda varlığıyla, sazıyla, sözüyle hep en yüksekte, hep en farklı yerde olmak isterdi. Beni de öyle yetiştirmeye gayret ederdi. Onun o düşünceli halini fark edince hemen söze girdim: “Babacığım izin verirsen eğer ben bu elektrikli treni her gün okula giderken önünden geçtiğimiz boyacı çocuğa armağan etmek istiyorum” dedim. Babam şaşkınlıkla; “Emin misin?” diye sordu. “Bu çok pahalı bir hediye. Bozulursa, kırılırsa ikincisini almam.” dediğinde de cevabım değişmedi. Kararlı olduğumu gören babam “peki öyleyse” dedi. Biraz gönülsüzce de olsa fikrimi onayladı. Ertesi gün, yeni sahibiyle buluşturacağımız oyuncak paketiyle birlikte evden çıktık. Boyacı çocuğa doğru yaklaştığımızda gözleri hemen ayakkabılarımıza takıldı, sandığına çeki düzen vermeye çalıştı. Ayakkabılarımızı boyatmak istediğimizi düşünmüştü. Oysa ne kadar yanıldığını paketi kendisine doğru uzattığımda bile anlayamadı. Paketi alması için hamle yapmasını beklerken elim bir süre askıda kaldı. Daha önce hiç hediye almadığı belliydi. Asla üstüne kondurmadı. Kekeledi… Şaşırdı… Onu mahcup etmek ya da gururunu kırmak istemiyordum. Durumu kısaca özetledim ve ‘eğer bu hediyeyi kabul ederse çok mutlu olacağımı’ söyledim. Akranımın yüzünde beliren kocaman gülümsemeyi, gözlerindeki parlak ışıltıyı gören babamın çehresindeki gergin ifade ancak o zaman kayboldu, bana büyük bir hoşnutlukla, gururla baktı."

Anlatımım sona erdiğinde bir başka deyişle hayal dünyamdan uyandığımda küçük oğlumun minik kollarını, boynuma dolanmış halde buldum. Yanaklarıma sürekli öpücükler konduruyordu. “Ben de senin gibi bir çocuk, senin gibi bir baba olacağım” diyordu. Bense yarı gerçek, yarı hayal bir anıyla, mutlu sona bağladığım bir finalle yaptığım şeyin doğru olup olmadığını düşünüyor, bundan pek emin olamıyordum. Emin olduğum tek şey masum çocukluğuma, bir hikâyenin içinde bile olsa yer vermek, ona sevineceği bir hediye sunabilmekti. Anlayacak yaşa geldiğinde yavruma elbette ki bütün geçmişimi, tüm çıplaklığı ile anlatacaktım ama o gün, bugün değildi. O gün oğlumun doğum günüydü ve oyuncak bir trenle kutlanmayı hak ediyordu.  

 

 

 

Yorum Gönder

51 Yorumlar
  1. Merhabalar 😀
    Çok güzel bir öykü bu, tebrik ederim. Tüm öykülerin birbirinden dokunaklı, düşündürücü. Kalemine, yüreğine sağlık. 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Duygucuğum 🤗🌺🤚

      Sil
  2. Çoook güzel 🙂 keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  3. Ne kadar güzel yazmışsın okurken dalıp gidiyor insan çok güzeldi gerçekten gönlüne yüreğine emeğine sağlık canım benim Sevgiler 🤗

    YanıtlaSil
  4. Ayy bayildim yaa... gercekten paylaşabilmek gonulden paylaşabilmek bu dunyada en guzel sey

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Sevimciğim 😍🙏🤚❤️

      Sil
  5. Güzel olmuş benzetmeler çok hoşuma gitti. Ayrıca başladın mı bırakılmayacak cinsinden yazılmış oyuncak tren ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  6. Ne güzel anılar 🤗🤗🤗

    YanıtlaSil
  7. senin öyküler tam türkiyenin içinden, bizim yaşantımız yani, tipik yurdum hallerini yazıyorsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canımmm, beğeniyorsan ne mutlu bana 😍🤚

      Sil
  8. Duygusal ve hüzünlü, çok çok güzel bir öykü olmuş.Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  9. Çocuklar hiç mutsuz olmasa keşke be Yıldız.

    YanıtlaSil
  10. Ahh keşke Cem ah keşke🙏🙏🙏

    YanıtlaSil
  11. Güzel bir öykü, kaleminize sağlık. Öyle farklı gündemlerle uğraşıyoruz ki çoğu zaman hayatın gerçeklerini ıskalıyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim kıymetli yorumunuz ve ziyaretiniz için😊🤚

      Sil
  12. Yıldızcığım çok duygulu ve bir o kadar da mesajı olan bir hikaye bu. Bir çocuğa, bir öyküyle o kadar çok doğru mesaj aktarılabilir ki, bu da harika bir örnek olmuş. Teşekkürler paylaştığın için <3

    YanıtlaSil
  13. Tüylerim diken diken oldu ve zor tuttum göz yaşlarımı... Kaleminize sağlık Sibel Hanım, çok güzel bir yazı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Sezgin Bey, sağolun🙏. Yazarken inanın ben de çok duygulandım. Selamlarımla 😊🤚

      Sil
  14. Açıkçası hiç sıkılmadan baştan sona okudum. Çok güzeldi. Pazar günü gazetede!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canımmm benim, çok teşekkür ederim İremciğim 🙏😍😊🤚

      Sil
  15. gözlerim dolu dolu okudum Yıldızcım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Lerzancığım 🙏😍🤚

      Sil
  16. Emeğinize yüreğinize sağlık gerçekten çok güzel bir paylaşım olmuş teşekkürler öykülerinizin ve yazılarınızın devamını bekliyoruz Tebrikler

    YanıtlaSil
  17. kaleminize, yüreğinize sağlık…

    YanıtlaSil
  18. yeni öykülerini merakla bekliyorum canım

    YanıtlaSil
  19. Çocuk işçiler,çalışmak için okuldan kopan çocuklar hep yüreğimi burkar benim. Ben de tatildeyim şu sıralar.Keyifli tatiller dilerim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sana da iyi tatiller Yurdagülcüğüm ������

      Sil
  20. Kaleminize sağlık Yıldız Hanım. Ben de blogları boşlayanlardım. Tekrar hız vermek gerekir...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Recep Bey. Yazın biraz ihmal oluyor sanki. Ama kürkçü dükkanına döneceğiz elbette 😊🤚

      Sil
  21. Okurken tutamadım kendimi ağladım. O kadar güzel yazmışsınız ki bayıldım, çok ama çook güzel bir öykü, bir o kadar anlamlı, düşündürücü. Bana çocukluğumu anımsattı ve babamın çocukluğunu anımsattı, onun da küçükken boyacı sandığı varmış ve kimse ona ayakkabılarını boyatmazmış; öykünüzü okurken çok eskilere daldım gittim... Duygularım karmakarışık oldu, kaleminize sağlık:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de bu güzel yorum karşısında çok duygulandım🙏. "Çocukluğu anavatanıdır insanın" denir ya hani oradan izler taşıyoruz her birimiz. Çok teşekkür ederim ilginize, bu içten, samimi yorumunuza. Sevgi ve selamlarımla 🙏🤗😊🤚

      Sil
  22. Yıldız hanım merhaba iyi bayramlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar , size de iyi bayramlar 😊🍬🤚

      Sil
  23. Hem iç burkan hem de anlamlı bir öykü olmuş. Kalemine sağlık, çok beğendim. En sevdiğim cümle de "dışında tutulan, dışlanmış olan". Ne ağır bir his. Hele bir çocuk için. Emeğine sağlık tekrar.

    YanıtlaSil
  24. Teşekkür ederim kıymetli yorumunuz için😊🤚

    YanıtlaSil
  25. Yıldız hanım bu aralar işlerim çok yoğun fırsat buldukça bloga yazı atıp takip ettiğim blogları inceleneye çalışıyorum. Çok keyif alarak okudum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, kolaylıklar dilerim 😊🤚

      Sil
Yorum Gönder
Üst