IHLAMUR AĞACI

2


Kabına sığmayan Dora ile müsekkin etkisine sahip bilge Ihlamur Ağacı’nın öyküsünü çocuklarına okumak isteyen veliler burada mı acaba? Daha fazlasına  Anne Bebek Dergisi’nin kasım sayısından ücretsiz/elektronik olarak ulaşabilirsiniz.

 

Keyifli okumalar dilerim.


IHLAMUR AĞACI

Bir varmış, bir yokmuş. Her dem yeşil dağların beyaz bulutlara uzandığı, coşkun akan ırmakların çakıl taşlarını yıkadığı, bereketli toprakların yeşermeye doyamadığı çok güzel bir köy varmış.

Fakat Dora’ya göre bu köyde hayat çok sıradan, çok sıkıcıymış. Daldaki yaprakların hışırtısız, yeşil gölün kıpırtısız, beşiklerin dahi tıngırtısız oluşu, onun dışında hiç kimseyi rahatsız etmezmiş. Her günün neredeyse birbirinin aynı olduğu bu coğrafyada aşırılığa, israfa yer yokmuş. Yemekler bile kısık ateşte pişer, küçük Dora’nın aksine kabından dışarı taşmazmış.

Acele etmeyeni her yere yetiştiren köy, bir tek Dora’yı durduramazmış. Onu yürürken gören hiç olmamış çünkü bir yere yetişmesi gerekmese de sürekli koşarmış. Koşmadığı nadir vakitlerde ya bahçedeki sarmaşıkların içine dalıp böğürtlen toplar ya bir ağaç tepesinde sincap besler ya da çiftlikteki hayvanlara su verirmiş. Fakat bunları yaparken aceleci tavırlarıyla her yere zarar verirmiş. Daha yeni filizlenen böğürtlenleri hoyratça ezer, ağaca tırmanırken dalları kırar, hayvanlara su verirken onları ıslatırmış.

Köyün ritmine ayak uydurmamayı bir hüner sansa da aceleciliğinin başına türlü türlü dertler açtığının farkındaymış aslında. Çünkü problemler okulda da devam edermiş. Sınavlarda, verdiği cevapları kontrol etmeyi sıkıcı bulduğu için derslerinden yüksek notlar alamazmış. Özensizliğinden dolayı ödevlerini öğretmenine beğendirmekte güçlük çekermiş. Ellerini yıkarken, dişlerini fırçalarken, banyo yaparken hijyen konusunda yetersiz kalır, sık sık hastalanırmış. Dahası aile büyüklerinin ve öğretmeninin yapıcı ikazlarına aldırış etmez, kendisini düzeltmek için en ufak bir çaba göstermezmiş. 

Körpe çiçekleri dalından kopardığı, beyaz kelebekleri ağına taktığı bir gün çok garip bir şey yaşanmış. Evlerinin tam karşısındaki ulu Ihlamur ağacı Dora’nın bu hallerine dayanamayıp dile gelmiş:

-      Heyyy Dora, beni duyuyor musun? Sesin nereden geldiğini anlamamış önce. Bunun üzerine Ihlamur ağacı daha büyük bir hışırtıyla tekrarlamış.

-      Dora bak, buradayım işte, Evinizin emektar Ihlamur ağacıyım ben, tam karşında duruyorum. Latince adım Tilia. Ama sevdiklerim bana Tili der.

-      Aaaaa, konuşan bir ağaç, çok garip, demiş küçük kız şaşkınlıkla.

-      Evet konuşabiliyorum ama sadece beni duyabilecek olanlarla.

Kafası karışmış Dora’nın. “Nasıl yani? Sen, sen, şimdi…” diye kekelerken Tili heyecanla sormuş:

-      Seninle arkadaş olabilir miyiz acaba Dora?

-      Arkadaş mı? Ağaçtan arkadaş olur mu hiç, deyip burun kıvırmış ve her zamanki nezaketsizliğiyle lafını yapıştırmış:

- Senden arkadaş değil, olsa olsa odun olur. Hem birlikte ne yapabilir ki biz? Sen de tıpkı bu köy sakinleri gibi yerine çakılmışsın. Hep aynı yerde sabit bir şekilde duruyor, hiçbir şey yapmıyorsun.

-     Olur mu öyle şey! Doğal dengenin en vazgeçilmez unsurlarından biriyim ben. Bir şey yapmıyormuş gibi görünsem de tahmin edemeyeceğin kadar büyük görevlerim var benim. Fotosentez yaparak doğal döngüye katkı sunuyorum. Atmosferdeki karbondioksiti temizliyorum…

-      Evet, evet öğretmenim söylemişti, diyerek Tili’nin sözünü kesmiş Dora. “Hepsi bu zaten” demiş küçümser bir edayla. Tili, onu duymazdan gelip konuşmasını sürdürmüş.

-     Soğuk algınlığına iyi gelen şifalı özütlere sahibim. Çay olarak içildiğimde kaygıya, strese iyi geliyor, insanları yatıştırıyorum. Onlara kendilerini iyi hissettiriyorum.

Duyduklarına kahkahalarla gülmeye başlamış Dora:

-      Buradaki insanlar zaten yeterince sakinler. Bence onları harekete geçirecek tam tersi bir şeylere sahip olmalısın.  

-      Ama o zaman özüme ihanet etmiş olurum. Benim doğam bu. Herkes kendi doğasına özgü yaşar. Örneğin sen, akranlarına göre daha hareketli olsan da bir çocuk olarak kendi doğanın gereğini yapmaktasın. Koşup oynamakta, etrafa neşe saçmaktasın. Bunun için seni kimse suçlayamaz. Diğer taraftan sen de senin kadar yüksek tempoda yaşamayan yetişkinleri suçlayamazsın. Üstelik bu köyün yetişkinleri senin aksine içinde bulundukları ortamı sevmekte, korumaktalar; doğayla bütünleşmekte, doğadaki her şeyin kendiliğinden oluşuna saygı duymaktalar. Tabiattaki çok sesliliğe zenginlik olarak bakmaktalar.

-      ‘Tabiattaki çok sessizliğe’ demek istedin galiba’, diye alaycı bir şekilde kıkırdamış Dora.

Tili, söylediklerinin önemsenmediğini anlasa da yapısından gelen sakinlikle konuşmasını sürdürmüş:

- Biliyor musun Dora büyük dedem Tiliatos derdi ki; ‘Bu hayatta su gibi olmalısın evlat! Çünkü iyi şeyler suya benzerler. Su akıcıdır, temizdir, berraktır. Kirlenmez, direnmez, kendi yolunca akar gider. Yeri gelir zirveden dökülür yeri gelir küçük bir çukuru doldurur. Güçsüz gibi görünse de sert kayaları aşındıran sudur. Bu köyün sakinleri de tıpkı su gibidirler. Bulundukları kabın şeklini alırlar. Anda ve akışta yaşarlar. Sakin ve vakurdurlar. Her birinin içinde ayrı bir bilgelik vardır. Doğayı hayranlıkla izler, hal ve hareketlerine yön verirlerken tabiattaki oluş biçimlerinden feyiz alırlar. Sadeliği ve sükûneti ön planda tutarlar. Sözün özü Dora’cığım her şey bir denge üzeridir. Mutlu olmak için kendi doğamızla, kendi ortamımızla barış ve uyum içinde yaşamalıyız. Değiştirmeye gücümüzün yetmediği koşulların olağan akışına ayak uydurmalıyız. Yeryüzündeki büyük, küçük bütün canlılara yaşam hakkı tanımalı; kurda, kuşa kelebeğe; ağaca, çiçeğe, böceğe üstlendikleri önemli görevler için şükran duymalıyız.

Dora, söylenenleri hazmetmek için mahcubiyet içinde bir süre beklemiş. Sessizlik uzayınca Tili, yapraklarını birbirine değdirerek onu neşelendirmek istemiş:

-   Yaprakların hışırtısını dinlemeyi sevdiğini biliyorum. Bundan sonra kendimi daha çok gıdıklayıp, daha çok hışırdayacağım, söz. Şimdi sıkı dur bakalım küçük kız. Sana daha önce hiç kimseye söylemediğim bir sır vereceğim. Arkadaşların sırları olur öyle değil mi?

Derin düşüncelerden hemen sıyrılarak Tili’den duyacağı sözlere dikkat kesilmiş Dora.   

- Biliyor musun, ağaçların perileri vardır Dora’cığım. Aslında her canlının kendisini koruyup gözeten bir perisi vardır. Hayret içinde:

-      Yaaaa, demiş Dora.

-      Benim de perim var mı yani? Peki, neden görmüyorum? Ya sen kendi perini görüyor musun? Nasıl bir şey? Neye benziyor? Dileklerini yerine getiriyor mu? Seninle şakalaşıyor mu? Şarkı söyleyip sohbet ediyor mu?

-      Dur, dur sakin ol! Bir nefes al, demiş Tili. “Arka arkaya ne çok soru sordun böyle. Ama merak etme, hepsini cevaplayacağım. Ormandaki her ağacın bir perisi vardır. Bizi tehlikelerden, hastalıklardan korurlar. Bu periler ancak kendilerini görmeyi hak edenlere, bir başka deyişle bize sevgiyle, hürmetle bakanlara görünürler. Görünmeseler bile bir şekilde varlıklarını hissettirirler. Sana gelince aslında senin de bir perin var.

Sohbet gitgide daha da gizemli bir hale gelmeye başlamış. Bunun üzerine Dora sabırsızlanarak konuşmasını sürdürmüş:

-    Gerçekten mi?  Peki, bugüne kadar neden hiç görmedim? İçinde yaşadığım bu köyü sıkıcı bulduğum, doğaya özensiz davrandığım için mi görünmüyor bana?

-      Görmez olur musun Dora’cığım. Onu görmediğin tek bir gün bile yok. Senin perin, senin kanatsız meleğin; biricik anneciğin. Bebekken seni ak sütüyle emzirenin; seni karşılıksız sevenin; seninle sohbet edip oyunlar oynayanın, seni hastalıklardan ve tehlikelerden koruyanın kim olduğunu sanıyorsun?

-      Aaaaa, ben hiç böyle düşünmemiştim! Söylediklerin ne kadar da doğru, demiş Dora, kocaman açtığı ağzıyla.

Bu derin sohbet, Dora’nın yatağına ıhlamur çayıyla yaklaşan annesinin tatlı sesiyle sona ermiş. “Doraaaaa!” Küçük kız titreyerek uykusundan uyanmış ve gördüğü rüyanın etkisiyle güzeller güzeli perisine bir süre bakakalmış. “Bir perim, bir koruyucu meleğim olduğunu, üstelik hep başucumda durduğunu neden daha önce fark edemedim ki” diye mırıldanmış. Pıt pıt atan kalbini annesinin göğsüne yaslamış. Bir süre öylece kalakalmışlar. Annesi yüksek ateşin etkisiyle Dora’nın bir şeyler sayıkladığını düşünmüş. Terden alnına yapışan sarı bukleleri narin bir dokunuşla geri ittirdikten sonra Dora’nın gözlerinin içine bakmış: “Güzel kızım benim” demiş. “Temponu ne zaman yavaşlatacaksın? O kadar çok koşarsan, ellerini güzelce yıkamazsan hasta olursun işte böyle. Neyse ki bahçemizde şifa depomuz var. İşte bak, ıhlamur ağacımızın sana ikramı bu çay. İç ve hemen iyileş, birlikte böğürtlen toplamaya gideceğiz daha.”

Çayından bir yudum aldıktan sonra düşünmeye başlamış Dora. Bu güzel köyün kendisine sunduğu nimetlere burun kıvırdığı için çok utanmış. Başını, tülü açık pencereye doğru çevirmiş ve ıhlamur ağacını seyre dalmış. Gözleriyle bu bilge, bu cömert ağacın perisini aramaya başlamış. Bulmuş mu acaba? 

 

 

Yorum Gönder

2 Yorumlar
  1. Uzun bir zaman sonra yeni yayın 👏👍😉

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biraz öyle oldu Sinan. Teşekkür ederim ziyaretin için😊🤚

      Sil
Yorum Gönder
Üst