BIRAK GİTSİN

0


Öykü


Uzun zaman önce kaleme alıp yarım bıraktığım bir öykümden alıntıladığım birkaç pasajla baş başa bırakıyorum sizi. 


BIRAK GİTSİN

Bazen ne kadar çabalarsanız çabalayın olmuyor. O yakın arkadaşlık, o kardeşlik bitmişse bitiyor. Canınızı acıta acıta kayıyor avuçlarınızın arasından. Sürdürmek için olağanüstü gayret sarf etmenize rağmen üstelik. Yıkıldığı yerden ayağa kaldırıp yeniden inşa ettiğinizi zannettiğiniz, “bu sefer oldu, yine eskisi gibiyiz, başardık” dediğiniz noktada iklim tekrar değişiyor. Mevsim yazken beklenmedik kesif ayaz, yeni bir sıtmaya yol açıyor. Kale örer gibi üst üste dizdiğiniz taşlar, aniden yerle yeksan oluyor. Acı tatlı anılar çil yavrusu gibi dağılıyor etrafa. ‘Tekrar toplayacak gücüm kaldı mı acaba’ diye yokluyorsunuz kendinizi? Ne yazık ki her yeriniz yara bere içinde, daha çok dışlanmışlık/yok sayılmışlık kırığı var kollarınızda, dizlerinizde, en çok da kalbinizde.  Ters dönmüş bir böcek gibi debelenip duruyorsunuz uğursuz yörüngenizde. Kimse gelip çevirmiyor sizi. “Yanlışlıkla görünmezlik ilacı mı içtim acaba” diye sorgulamaya başlıyorsunuz olanı biteni. Teselli edecek bir güzel söz, bir bakış, bir izahat bekliyorsunuz, fakat o da yok. Bir türlü anlam veremiyorsunuz yaşananlara, daha doğrusu yaşanamayanlara. Kurup kaldırıyorsunuz sürekli: “Acaba nerede yanlış yaptım, hangi onulmaz hataları, hangi büyük günahları işledim, diye. Yolda yürürken yabani çiçeklere basmamak için yönünüzü değiştirmeyi,  mutfağınızı kuşatan karınca sürüsünü öldürmekten imtina etmeyi, askıları yorulup incinmesin diye bulaşık sepetinin raflarını hemencecik boşaltmayı, yere düşürdüğünüz gözlüğünüzden dahi özür dilemeyi hüner sayarken siz, o çok sevdiğiniz gönle girememişsiniz, girseniz de orada kalamamışsınız, yazık...

Ne garip, aranızda değil kilometreler, metrelerce bile mesafe yok, ama gelin görün ki gizlice çekilmiş sınırlar çok. En sevdiği yemeği indiriyorken ateşten, götürüp verememek, sevinçli bir haberi gidip söyleyememek ne kadar da hazin. Bir kahve içimlik sohbetler bile buluşturamıyor sizi. Konuşacağınız sözcükleri özenle seçmekten yorulmuşsunuz artık. “Yavan lügatler çarkında” öğütülmüş cümle kelimeleriniz. Hal-i pür melalinizi kaşınızdan gözünüzden, düşmüş omuzlarınızdan anlardınız önceden, fazlasına gerek kalmazdı çoğu zaman. Kalpten kalbe bir yol vardı aranızda. O yol ki gizli bahçenize götürürdü sizi, üzerinde sadece sizin ayak izlerinizin olduğu. Güller, nergisler ekmiştiniz kıraç toprağına, birlikte sulamış, birlikte yeşertmiştiniz. Birlikte hizmetkârıyken bütün güzelliklerin, şimdi sadece size âyân; çiçeklerinizin mahzun kalışları, boyunlarını büküp bitap düşüşleri, güneşe, suya meyletmekten ve bir ümit beklemekten…

Siz hala tek taraflı aşkınızın küllerini eşeliyorken yanık izleriyle dolu parmak uçlarınızla, tutunduklarınızdan silkeliyor hayat sizi. “Bırak artık diyor, bırak, gitsin. Mesajı alamadıkça dersler daha da zorlaşacak. En nihayetinde, “Peki, madem” diyorsunuz. “Giden gitsin. Sen de git, canın sağ olsun. Yolun açık olsun. Hayat okulunda öğrettiğin her şey için teşekkür ederim. Biliyorum, sen sadece rolünü oynadın, kim bilir belki beni bana aynaladın. Bu tatsız görevi üstlenmek zaman zaman senin de canını yakmış olmalı. Yoksa yanılıyor muyum?” 




 

Yorum Gönder

0 Yorumlar
Yorum Gönder (0)
Üst